Diyelim sessiz bir çocuğunuz var ve siz onun daha konuşkan, girişken olmasını istiyorsunuz. Bu istek oluştuğu zaman süreç yaygın olarak şöyle ilerliyor: İlk olarak çocuğunuzun “daha” sessiz olduğu gerçeğini fark ediyorsunuz. “Daha sessiz” olup olmadığını tanımlayabilmek için bir referans noktasına ihtiyaç duyuyorsunuz. Çocuğunuzu parktaki arkadaşı, kuzeni, sınıf arkadaşı ile kıyaslayarak bir varsayıma ulaşıyorsunuz. Sonuç olarak ulaştığınız bilgi: Öteki çocuklarla kıyasladığımızda “daha” sessiz.
Yukarıdaki örnekte ve yazı boyunca seçtiğimiz özellik sessizlik olacak ama onun yerine herhangi bir özelliği yazabileceğinizi unutmayın; daha bencil, daha yaramaz, daha az sosyal, daha az başarılı, daha az bilgili… Sıklıkla, çocuğun farklı yanının anne-baba tarafından fark edilmesini, anne-babanın bu durumu bir sorun olarak tanımlaması takip ediyor. Çocuğun bir özelliğe daha az veya daha çok sahip olması, anne-baba tarafından bir sorun olarak tanımlanıyor.
Her birey gibi, doğal olarak, anne-babaların da duyguları ve iç çatışmaları vardır. Çocuğunun herhangi bir “eksiklik veya fazlalık” durumundan dolayı sorun yaşadığını “görmek” veya sorun yaşadığını “varsaymak” bu duygu ve iç çatışmaların tetiklenmesine neden oluyor. Sıklıkla “neyi yanlış yaptık?” sorusuyla başlayan içsel sorgulama “gelecekte kendi ayakları üzerinde duramayacak” kaygısıyla son buluyor. Kaygının çok yoran ve bulaşıcı bir duygu olduğunu unutmamak iyi olabilir.
Anne-baba olarak çocuğunuzun eğitimde herhangi bir noktayı yanlış yaptığına inanmak güçlü bir iç yıkıma neden olabilir. Bizim toplumumuzda, çocuğa dair yaygın kullanılan; “O bizim her şeyimiz, yemedik yedirdik, yiyeceğimizden kıstık okuttuk” benzeri ifadeleri çok duyarız. Hal böyleyken bir hata yapmış olmak çok can yakıyor. “Sessiz olması bir sorun, benim yüzümden böyle, kesin ileride işsiz, güçsüz ve başarısız olacak”. Bu varsayımlar anne-babanın, evladı ve kendi için üzülmesine neden oluyor. Üzüntü ve çaresizlik birleşince ortaya öfke duygusu çıkıyor.
Bu noktada anne-baba çocuğuna öğütler vermeye başlıyor. “Söylesene yavrum, yeni karşılaştığımız insanlara ne diyorduk?”, “Teyzeye hoşça kal desene” ile başlayan süreç çocuğun böyle yapmaması gerektiğini anlatan uzun konuşmalara kadar gidiyor. Anne-babalar, kendi duyguları ve iç çatışmaları tetiklendikten sonra sıklıkla hızlı bir şekilde çocuğun bu özelliğini “düzeltme” yoluna gidiyorlar.
Özellikle anne-babanın değer verdiği, önemsediği, başarılı yanlarını göstermek istediği bireylerle karşılaşıldığında sorun birazcık daha büyüyor. Çocuğun bu “özel” insanlar karşısında istenilen davranışı göstermiyor olması anne-babayı utandırıyor. Üzüntü, utanç, öfke karışımı çocuğa olan tahammülün azalmasına neden oluyor. Bu noktada, anne ve babanın tutumuna göre itip-kakmaya kadar pek çok farklı davranışla karşılaşmak mümkün. En azından ben karşılaştığımı söyleyebilirim.
Anne-babalar sıklıkla şöyle derler; “Yok yok, biz bu davranışı sevmediğimizi ona belli etmiyoruz.” Bu ifade çok gerçekçi değildir. Bir özelliğe dair olumsuz bir duygunuz varsa, çocuk mutlaka bunu bilir, hisseder. Çocuğun, bir özelliğine dair olumsuz bir duyguyu kendinden ayrıştırması yani “Bu özelliğimi sevmiyorlar ama beni seviyorlar” demesi pek mümkün değildir. Çocuğunuza, istemeden de olsa, onun bir parçasını beğenmediğiniz, onaylamadığınız veya sevmediğiniz anlamına gelen bir mesaj iletmenin onda yaratacağı tahribat çok büyük olabilir.
“Çocuğumu Değiştirmek”
Anne-baba olarak mutlaka şu iki soruyu kendinize sormalısınız;
• Bu özellik çocuğumun kendi ihtiyaçlarını karşılamasını engelliyor mu?
• Ne oluyor da bu özellik beni rahatsız ediyor?
Eğer birinci soruya evet demiyorsanız çocuğunuzu değiştirmeye, düzeltmeye uğraşmamalısınız. Düzeltmeye çalışmanın altında “sen bozuksun” mesajı yatmaktadır. İlk yapmanız gereken şey çocuğunuzun varlığını olduğu gibi kabul etmektir. Onun varlığına, seçimlerine, bedenine, duygusuna, düşüncelerine saygı duymanız, onu desteklemeniz ve ona eşlik etmeniz sorunların çözümüne giden ilk adımdır.
Anne-babalardan “Ben ona saygı duyuyorum ama hiçbir şey değişmedi” cümlesini çok duyarım. Aslında bu cümle, çocuğun varlığına saygı duyulmadığının beyanı gibidir. Çocuğunuz sizin tarafınızdan kabul gördüğünü, beğenildiğini, korunacağını, destekleneceğini bilmeli. O yüzden onun varlığına saygı duymanın temeline değişim beklentisi konulmamalıdır. Değişse de değişmese de, çocuğunuz varlığıyla güzel ve değerlidir. Çocuğunuza karşı olan olumlu duygu, düşünce ve davranışlarınız onun kabul edilmeme ihtimalinden dolayı hissettiği gerilimin azalmasına neden olacaktır.
Siz çocuğunuzun sessiz yanına saygı duyup onu desteklediğinizde öncelikli olarak sessiz yanını yargılamasının önüne geçmiş olursunuz. Bu gerilimin azalması, çocuğun ihtiyaçlarını karşılamak için harekete geçmesinin kolaylaştırıcı adımlarından biri ve en önemlisidir. Bu özelliğin sizi rahatsız etmesinin mutlaka sizinle ilgili bir gerekçesi vardır. Bu gerekçenin farkına varmak ve yönetmek işinizi çok daha kolaylaştıracaktır.
Eğer çocuğunuz gerçekten zorluk yaşıyorsa yani ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyorsa bile yapmanız gereken ilk şey yukarıdakiyle aynı; değiştiği, tamamen sosyal ve girişken olduğu günlerin hayalini kurmadan varlığına saygı duymak. Sorunu sizin tavsiyelerinizle değil kendi bulduğu yollarla çözmeye çalışmasına izin vermelisiniz. Önemli olan en doğru davranışı bulması değil, farklı davranışlar sergileyebileceğini fark etmesi ve bu konuda kendine izin vermesidir.
Çocuğunuz, bir özelliğe “katı” bir şekilde sahip çıkıyor ve o özelliğin öteki ucunda nasıl davranabileceğini bilmiyor. Böyle bir durumda sessizlik ve girişkenliği iki uç gibi kabul edersek, çocuğunuzun girişkenlik davranışlarını öğrenmesi ve repertuarına katması “esnemesine” ve ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olacaktır. Anne-baba olarak nasıl bir rol modeli olduğunuzu gözden geçirmek ve ihtiyaç hissettiğiniz zaman çocuk psikolojisi alanında çalışan bir uzmandan destek almak işinizi kolaylaştıracaktır.